İzleyiciler

6 Haziran 2012 Çarşamba

CELLAT KURBAN SOYTARI 2. KİTAP






CELLAT KURBAN SOYTARI
ŞİİR
ilhan tülman


toplumsal araştırmalar
kültür ve sanat için vakıf
izmir

edebiyat dizisi - şiir

izmir nisan 1994
birinci basım

yayın koordinatörü
mansur balcı

iç tasarım
sedat şanver

kapak tasarım
yücel can

cellat kurban soytarı
birinci hamur kağıda bin adet basılıp
tamamı numaralandırılmıştır.

dizgi
ayrım dizgi
baskı etki matbaası

0148









'hayır, bütün istediklerimi yaşamaya
hayatım ve sizin imkanlarınız yetmez'

oğuz atay













bana ölümü tanıtan babam'a






bir çelik olanca rengiyle 
parlar gecede
o andır
korku celladına seslenir
soytarıların dansı başlar
kurban boynunu eğer



*




ÖLÜMLENMENİZ


siz şimdi bu yalnızlığı da bilirsiniz
o sabah erguvani değen yağmurdunuz
çılgın gibi gökkuşağına
öyleydiniz
ay upuzun bir ağıta

dünyanın batan iki kentinden 
birinde yaşamıştınız
ölümler öğretip
her şeyinizi anılara
öyleydiniz
ateş
                 kül
ve
               duman

babamın saçları bahardır şimdi...



*


GÜLÜŞLERİNİZ


sizin hep
resminiz gibi
güldüğünüzdü
kurşunlara inat
büyüdüğünüz
o
gülüşlerinizden
o kızlar
gül işler
gülücük işler


*


KALBİM SENDE IRMAKLARA

gizi gördüm dedi çocuk, gizi gördüm
yangınlarla tütsülendi uykularım
kavuşturmuştum kollarımı
( acı buydu demek )
duvar beyazdı, beyazdı, demek beyaz
sen gelmeden önceydi
güvercinlerden az önce

önce sessizliği duydum dedi çocuk
önce sesin ses olmadan önceki sessizliğini
kıvranıp duran bir ıslıktı
bir ıslıktı acılı ve yapayalnız

gizi gördüm dedi çocuk, gizi gördüm
en ince yerlerimden aktı kanlarım
yorgun bir ses gibi değdim duvara
ayna çığlık mıydı, çığlık mıydı, çığlıktı
( kopuş buydu demek )

kanında kaç kişi boğulmuştur dedi çocuk
ben kandan bir ırmağa düştüm
çok şükür kandan bir ırmağa
ölürken kendimi gördüm
şaşkınca ölürken kendimi
( ses belki de buydu, sonsuzluk bu )

gizi gördüm dedi çocuk, gizi gördüm
gördüm karıncaların umutsuz yolculuğunu
gül yaprağının acısını
suyun yolundan döndürülmesini
ellerimde kalanları ve kanın tadını

ince bir tuz izi kalır dedi çocuk,
ince bir tuz izi
ten yangındır, ustura kınsız
ve cellat bilir, elinde bilediği o balta
kendi kellesi içindir
( demek miladı sonlandırabilirmiş ustura )

gizi gördüm dedi çocuk, gizi gördüm
gördüm serseri ruhların ayak izlerini
duvarları tekmeleyen cinleri
yalancı peygamberleri ve seni
gördüm her şeyi
nerelerimizden acı çekeriz biliyorum artık

ve dedi çocuk; en az aynalar gibidir gözlerimiz
ve dilimiz ne söylerse söylesin
perde bir gün açılır
anlamsız kalır ayrılıklar
evet, çürüyen yanlarım ve suç tanığımdır
seni hiç aldatmadım
düşlerim hariç, şeytanlar hariç

ve doğrusu dedi çocuk ve doğrusu
kendine yetmeyen insan
neye inanır, neye inanır, niye

kalbim sende ırmaklara

*


VE BEN BÜTÜN BENLERLE


herkes terk etti kendisini
mevsimler geçti
ihanetin yağmurlarıyla yıkandı mezarlar
ince bir sızıntı gibi kaldık
oysa ne güzelim bir nehirdi o yaşadıklarımız

bir kenarda durdum, bir uçurumun kenarında
siz yoktunuz
siz yoktunuz ey
gözlerimden düşerken bu çığlık yerçekimleri
bu uçurumlara alışırken ben
siz yoktunuz
ama ben biliyordum ateşlere bastığımı
gözlerimden geçen gemilerin beni taşımadığını
ve benliğime doğrulandığımı, yani lanetime

taşıdığım bir avuç kandır
taşıdığım bir avuç ben
ve ben tüm yangınların kardeşi



*


BİR UZAK URFALI ÇOCUK

bir uzak urfalı çocuktu o
taammüden dolaşan bir şair
bilin, benimle birlikte geldi derdi söz
usul, bıkkınlık ve nereler benimle
belki de uzun boyunlu bir jiletti
boşlukta dönüp duran bir bumerang
ve elini uzattığı her yerde başka bir hayalet

bir uzak urfalı yorgo'ydu o
osmanlının ateşten kılıçlarına
haremlerine
ve gündelik cellatlara sözle boyun eğdiren
ve rakı içmeyi en son beceren

bilirim hep ona gittiler
nerede dolaşır o ay
nerede dolaşır
nerede o
taammüden oluşturduğumuz cinayetler

'bugün gidiyoruz ama yarın yine doğacağız'


*

HAFİF BIÇKIN DURUYORSAM EĞER

suyun rahlelerde okunduğu zamanlar mıydı
büyülerin geceleri düşlere dönüştüğü
insanların insanlara sarıldığı
nihavend bir kalabalık mıydınız

o zaman daha mı yangındı ten
usturalar daha mı kınsız
sözler söz

ben bilmezdim
gözlerimin niçin bunca afili baktığını
seni tanımadan önce

ey raif, en az kendim kadar sevdim seni
ve ince dayılar tarihinde
aynı yaşta mı kaldık ikimiz


*

AY BIÇAKLANDI

her eskiyen ayın ışıklarında sesini arıyorum
sokaklar artık delikanlılığımız gibi değil
ne 64 şevroleler geçiyor
ne de yasemen kokuyor genç kızlar

belli ki alışamamışım ben sesleri yitirmeye
hem nasıl alışabilirdi ki insan
yitip gitmekten korkup
intiharları ceplerinde taşırken

eskiyen ayın ışıklarında sevişiyorum
yabancılaşıyorum, ses susuyor
bir bıçkının küfürüyle
bıçakların o senfonik sesiyle
saldırıyorum kendime
ay bıçaklandı
artık eskimeyecek


*


AMA BU HAYAT


lakin kan koktum bileklerim tadında
ırzıma geçilirken tüm tarihlerde kan koktum
kan koktum çünkü;
yaşadığımca susmuşum
sustukça kudurmuş tanrılar
hep afili bir bulanıklık ardımda
bir gül kadar bile olamadan kendim
hep med cezir
hep kenarlarında o mistik uçurumun

lakin değil bunlar
bu korkular
bu yalnızlıklar konçertosu
korktukça yarattığım, yarattıkça
korktuğum, bu tanrılar benim değil

ah bileklerim
ah bunca acı
gömmeliyim kendimi, gömmeliyim
med cezirsiz denizlere
lakin ne fayda kan koktum baharlar tadında


*



YÜZYILLAR SONRA

nasıl bir anda baktıydım ki sana
sana öpüşlerim, sana gülüşlerim, ah sana
inadına bir güneş hüzünlenmesi
üstelik öğlen öğlen
hep öyle, ay dönüp durdukça gözlerin

oysa şimdi yüzyıllar sonrasındayız bizim
yine de bir bıçağı söylüyorum
yüreğimin ortasında sen gibi duran
ah, işte ben o bıçağı

gitmek; işte hep sığındığımız o yalan
peki
bu yangınların söndüğü o yer nerede


*

ARKA BAHÇELERİNDE

ben kendimi hep milattan öncede buldum
sıcak bir yaz kokusu yanıbaşımda
gözlerim büyüyen cehennem reklamlarında
ölüm hep hazırdı şakasına
ben hazırdım ölümlere

oysa, kim bizden iyi bilebilirdi ki;
yaşadıklarımız toplamıydı hatalarımızın
sen bunu yüzümdeki çizgilerden anlamıştın
ki o çizgiler
fotoğraflarıydı öldürülen arkadaşlarımın

hep arka bahçelerinde kaldım hayatın
geriye dönmeyen gemilerde
türkülerinde kaldım, umutlarında

arkadaşlarımın öldürüldüğü yaşta kaldım


*


Kİ İNSAN ÇATIŞARAK


ey hüzün tak maskeni gülümse
okunmasın yüzünden cudi, bahçelievler

ey hüzün; bir pazar günü cesediyim ben
insanın çatışarak ölmesi gerektiğine inanan
çatışarak, sekiz ajansına yetişecek gibi

ölü olarak ele geçirilmiştir
ölü olarak
ölü


*

ÇAKIL TAŞLARI

bir kenarda dururdum ben
durup dururken bir hüzün
ince bir tuz izi gibi rahlede
ellerimde kıvranan bir akdeniz gibi
küçük bir çakıltaşı gibi severdim seni
küçücük bir çakıl taşı gibi
paramparça rengarenk

ben rengarenk diyorum ya
sen hüzün de
denizi beslemekten yorulan gözlerim
ayetlerden kaçan şeytan

kanım kurudu, aynalar sırlarını verdi
bir deniz üstünde, ah bir deniz
yürüdüm, yetmedi şarkılar

dün gece düşlerdi, sıcak bir kedi
sıcak bir dokunuş, ah med cezir
ah ateşti dudakların
yağmur yağıyor muydu, yoksa o ses

bu ses, çingeneler gibi atakta duran bıçak
boynumda yağlanan kokun dolu eşarp
derin dehlizlerde sır, işte sır
sarılmak, ah sarılmak yalın ve korkak

küçük bir çakıltaşı gibi sevdim seni
aynalarda durdum
ah, ben ne kadar sen


*












OLGA













yaşama karşı nasıl cesur olduysam
şimdi
ölüme karşı da öyle olmalıyım

*


SAYIKLAMALAR


kıştı, şehir terkedilmişti, sevişmiştik
tv'den bir bilgisayar oyunu gibi izliyorduk körfez savaşını
ne çığlıklar vardı, ne de ölü yüzler
sen bir portakal kokusu gibiydin
hala tutkuluydu ellerimiz
ölen çocukları hissetmeyecek kadar bizdik
üstelik, tam da becermek istedikleri şey buydu
sonra, sanki bir kurşun kulağımı sıyırmış gibi
tam da o ses gibi fırlamıştım ayağa
şaşırmış ve ürkmüştün
ayaklarımı yere vurduğumda
açılmıştı cehennemin o dünyevi ağzı
hırslar, ölümler, reklamlar
sanki hepsi alnımdan sızıyordu
o zaman anlatmaya başladım sana, OLGA'yı

çünkü ölüm tarifsizdi.

*


senden onlarca yıl sonra, hiç bir şey olmamış gibi
yine kar yağıyordu olga
hızla kirleniyorduk, korkularımızı sunuyorduk
yattığımız kadınların adlarını unutuyorduk
yalandı barlardaki bütün peygamberler

kar yağıyordu: cinayet dürtülerimle sarıldım sana
o anda sen de dokunabilseydin bana
sokaklara fırlayabilirdim
yeniden tecavüz edebilirdim insanlığa

sahi, çığlıklarla dolu bir gecede
o anda
ordaydın, çok şükür ordaydın
yoksa nasıl tanıyabilirdim
seni, kendimi ve bunca acıyı

evet, sende içine bakan bir yangındın
sana sürmüştüm yüzümü
yüzüm benim binbir halim
bir zamanlar kıyılarındı senin
sakince dolaşıp sevişebildiğin

*


oysa, şimdi sunağın bu  dik merdivenlerinde
düşlerimde olga, elimde yabancılaşan yüzüm
içim hep acısa bile
hep yarım kalsam bile
biliyorum
kimse anımsamayacak bir gün
en az biz kadar eskiyecek bu ayrılık

*

sıkıştırılmıştım
sen bana benziyordu
biraz beni çağrıştırıyordu ölüler
ölüm bana benziyordu
suçlarınız bana
ay bana benziyordu, gölgeleri tutkularıma
her şey duran bir şeye benziyordu
durdukça eskiyen, eskidikçe küllenen

çünkü yaşamak:
yabancılaşmamızdı onların tuzaklarında

intiharlar istatistiki bilgilerdi
cinayetler ise renkli manşetler
korktum
mektuplar yazdım, günlük vasiyetler
inançlarımı korkuyla işaretledim formlarda
ürperdim kendimden, yalanlarımdan
yaralı bir kurt gibi inime kaçtım
voltalar attım, vahşi ve çılgın
susuverdi her şey, incecik bir cinayet büyüyordu
bulutları çağırdım, kan renginde düşleri
bir intikamı, ateşi ve bıçakları
kuşkularımı, cinnet kurgularımı
ıssızlıkla başlayıp
ıssızlıkla devam eden hayatımı
çağırdım, çağırdım çünkü:
sıkıştırılmıştım napalm ateşleriyle

*

uzun upuzun bir kar yağışı
sanki rahmindeyim bütün annelerin
uzaktan kızakların çan sesleri geliyor
düşsel bir eriği dişliyorum
biliyorum, birazdan birden kazlar havalanacak
sonra benim kulaklarıma da ulaşacak
olga'nın yüreğine giren kurşunların hışırtısı
elim panikle erkekliğime gidecek
sanki ateş eden bütün tüfeklerin tetiğiymişim gibi
kasılıp kalacak elim, kasılıp soluk soluğa boşalacağım
soluk soluğa, ağlaya ağlaya

sahi savaş ne zaman başlamıştı
seni tanıdığımda mı
yoksa kendimi tanıdığımda mı

inançsızlıklara gidiyorum
gündelik zorbalıklara
her şey hazır
her şey yerli yerinde
cellatlar, soytarılar, kurbanlar
hep unuturum
nasıl gülecektim ölmeye giderken

*

YABANCILAR AYİNİ

artık yasemen kokulu evlere dönüş yok
bunu bu apartman yalnızlıklarından biliyorum
ölsem kokumdan dolayı bulurlar beni

şarkılar söylesem
çıplacık fırlasam sokağa
yeni bir reklam numarası sanırlar
lanetlenen bir çağ bu
çılgınca koşturuyorlar bizi
koşturuyorlar yalan ütopyaların peşisıra

*


aslında olga. hiçbir şeye dönüş yok
bak işte büyük bir sunak üzerindeyiz
tören bizden çok önce başlamış
ben bunu çürümüş kan kokusundan
havada asılı çığlıklardan
çarmıha gerilmiş güzelim asilerden
ilahilerden sex shoplardan
cellatların rahatlıklarından
daha bir çok şeyden
örneğin suskunluklarımızdan
ölü ele geçirilen arkadaşlarımızdan
biliyorum olga biliyorum
cellatın baltasını bileylediği taşı ben sundum
ellerimle yonttum kafamı koyacağım mermeri
öğretilmiş erkekliğimle yaptım bunları
o da çalınmıştı babamdan

cellat hazır
soytarılar en hızlı danslarında
ölüm alışık olduğu üzre dudaklarıyla
kapatıyor dudaklarımı

ah. bir yudum şarap bana
bir ıslık sesi
usul bir dokunuş
ve her şeyden biraz daha acı

*

HATIRALAR AYİNİ

ben sana bakan bir pencereydim
bunu uyandığım andaki yüzünden biliyordum
ay dolaşırdı yüzünün yangınlarında
ben kıvranırdım bıçak gibi
boğulabilirdim inan
kendi med cezirimde
ve öldürebilirdim
taammüdden
yüzündeki ay gezintisini

hep bu zamanlarda başlardı
bendeki bu çan sesli yolculuk
fahişeliklerim hep bu zamanda
ihanetlerim
ayrılık sancılarım bu zamanda

şimdi, beni bıraktığın bu yerde
düşlerimde olga'nın karlar üzerindeki dudakları
avuçlarımda hırsla boşalttığım kendim
sevişmek istiyorum seni
sevişmek ve soytarılaşmak

insanlar unutulduğu yerde kalır derdin
insanlar unutulduğu yerde
ölür
ölür
ölürler

yüzümü yangınlara sürdüm
inanmadım yaşadığıma
inanmadım türküler söyleyebileceğime
yalanlar
sana dair
yaşama dair

olga kar yağıyor, o da beni terketti
elimde senin olduğunu varsaydığım bu fotograf
düşünüyorum
değişebilmek için ne kadar güçlüyüm
emanetçi adreslerini çıkarıyorum rehberden
kendimi onlara bırakmalıyım yüzyıl kadar

yüzümü yangınlara sürdüm
yalnızlıkların ve ihanetlerin mevsimindeyim
dinazorlar gibi yok mu olacağım

kar durdu, elimde kalan son esrar kırıntısını da bitirdim
içimde çarmıhlara gerilme isteği
içimde çığlıklarla mermiler boşaltma
suçun kıyısında dolaşan bir hayalet
biliyorum
boydanboya kessem damarlarımı
ölmelere doyamam ben...
 *

özlemek diyorum
yetersiz ve anlamsız
ölümlenmek diyorum
ölümlenmek

*

hadi uyansın o çocuk çığlık çığlığa
burulsun hareme kabul edilen erkeklik
gömülsün sulara odalıklar sarayburnu'ndan
sahi nedir fahişelik

işte ben burdayım. sakallarımda masallar
hadi alın
çingene dudakları biriktirdim yan cebimde
ateşli, bıçkın, serseri bir hayat size
üç otuz paraya kapatabileceğiniz bir hayat
hadi alın
neye yararım ki artık ben

yüzüm benim, yıllarca gülerek bildiğim
herkesin öyle tanıdığı
polis kayıtlarına öyle geçen
yüzümü istiyorum
senin özgürlüğün kadar değerli olan
yüzümü ve gülüşlerimi olga

*

KARARLAR AYİNİ

bıktım
bıktım
uçurumlarda seviştiğim gecelerden
yangınlardan
yalnızlıklardan
ayinlerden ve intiharlardan
öğreneceğim suçlarımı sevmeyi
uzun bir yolculukta olsa
kendime gideceğim
işte ne diyeyim bir yalnızlık varsa ona
eskicilerden topladığım fotoğraflara
ne diyeyim her yana
oralarda seni gömmeye

ben diyorum
ben güzelim serseri
düşlerinizin sıcacık kedisi
bıktım
her şeyinizden
ah bir  yudum daha acı bana

suçun bir yanları hayalettir
bunu mayakovski'ye sor
inandığın tanrılara
ki ben cehennemde
tanrılarla yaşadım
ve suç onlarla benim aramda yaratıldı
onlarla dolaştık suçun o güzelim kıyılarında

kazıyorum kıllarımı
kırdığım aynanın parçalarıyla
kanımı tanıyorum irkilten ve çeken kanımı
gözlerim benim
mavi yeşil uçurumlarında dolaşıyorum senin
suçlarımla
yabancılıklarımla
ihanetlerimle
bir video klip gibi dolaşıyorum seni.

evet beni unuttuğun yerdeyim
taşralı bir cinnetin eşiğinde
artık sonsuzluğa gidebilirim
öğrendim hayatın bütün yalanlarını
o deli çingenemin bıçak ucundan

acının ihanetlerin ve paranoyaların tarihindeyim
oysa
on yedide moskova'da olsaydım
düşmezdim bu paranoyalara
yerimi anlayabilir
kendimi savunabilir
ölmekse
ölebilirdim
ama şimdi verili ve kurgulu bu tarihte
cellatlarım ve soytarılarımla tarifsizim

kendimi ve düşlerimi siliyorum, adım yok artık
sunağın en çok kan dökülen yerindeyim
upuzun danslarla başlıyorum
ben bunu büyücülerden öğrendim
yok ettiğiniz kültürlerden
şeytana dair ayinlerden
erkekliğimden
ve attığınız napalmlardan
suskunluğumdan
uçurumlardan
en çokta uçurumlardan

gün doğuyor
cellatlar yorgun
soytarılar döllerinin üstüne yuvarlanmış
kan ve irin ve kusmuk ve de döl kokuyor ortalık
kesif bir cinayet kokusu ellerimde
aynalara bırakıyorum kendimi, ölülerimize
o ölülerimiz için, onlar için
söyler misin
neydi seni yaşamak
özlemek neydi
biz neydik

aslında biliyorum olga
en az benim kadar ölüsün sen de
ve
biz ölülerin yarın düşlerine benzeriz
hep yalnızlığımıza çarparız
ihanetlerimize
yabancılaşmalarımıza
ki o yabancılıklarımızdır cellatlarımız


GİZ AYİNİ

seni suçlarımdan öğrendim
soytarılıklara soyundum
ihanetlere bulaştım
bir tombalacı bıçağıyla yaralandım Tilkilik'te
o gece hep gül koktu çingene dudakları
her şeyi öğrendim, öğrendiklerimi bir kez daha
bir kez daha tekrarladım kendimi
sıkıldım
uçurumlar açtım med cezirimle o çingenenin içinde.

fotograflara baktım
aykırı yüzleri ayıkladım aralarından
en uçta hangisiydi
en uçta hangimizdik
sana başlamak neydi
kendime başlamak ne


yeşile boyadım yüzümü
simsiyah pelerinlere alıştırdım kostak omuzlarımı
ve mumlar erittim
ve aynalar kırdım
kurban kimdi, cellat kim
soytarılar kimdi
unuttum her şeyi

ne çok yarım yaşamıştık
ne çok yalan
olga'nın ölümünü düşününce anladım bunları
fahişeliklerimizi düşününce
olga
ben
sen
ah, dayanamadım
et sancısı tutmuş bir bıçak gibi fırladım sokaklara
terkettim o bütün eşyaları
eşya gibi kalan o kadınları

ben kendime ait bir kuşku gibi kaldım
inanmadım yalnızlığıma, eksildiğime
korktum suçlarımdan
uçurumlarında büyüdüğüm ayinlere kaçtım
kenar mahallelerde esrar satışlarına
pezevenklere bıçak kullanmayı öğretmeye
oysa biliyordum, inan biliyordum
eksile eksile büyürüz biz
yalanlara inana inana
ki sonsuz kaçışlara da benzeriz biz
peşimiz sıra koşar durur ölüm

ölümün ve suçun tarifiydi yaşadıklarım. ölüm sonsuzluğa yayılmış, yapabileceğin hiç bir şey yok diye sırıtıyordu. o tarifsizdi, tutkuluydu ve ne istediğini çok iyi biliyordu. benim onu anladığımdan daha iyi anlıyordu beni. ki zamansız bir tırpan vardı ellerinde. cellatların, kurbanların, soytarıların imparatoruydu o. hep sustuğumuz için, hep korktuğumuz için.

gözlerimin uçurumlarında dolaşan sen ey ölüm
ellerimde babamın öldüğü andaki gülüş
o güzel çingenelerin gülüşleri
ve onların zamansızlığıyla
ölü olan bütün insan yanlarımla
sen olga, sen de dahil
düşeceğim
size dair parçalanan o aynalardan
düşeceğim yepyeni yaşamlara

uzun, upuzun yolculuğu da bitiyor gözlerinizin
suçlarınız size dönüyor
paranoyalarınız size
size
sizi iade ediyorum
size sizi
sonsuza dek.

cellatlar
kurbanlar
soytarılar
ve olga
ve sen sevgili
,öldüreceğim ne çok şey var düşlerimde

kar bitti, ölümün ayinleri bitti
hiçbir şeye yanıt bulamadım
gözlerimi çocuklara bağışlıyorum
saçlarımı bahara
bir elimle tabancayı doldururken
diğer elimle hayatı okşuyorum
ve beynimde bir laz fıkrası
marx ne çok gülerdi kim bilir.




HİÇ Mİ AŞK

biz kaç yüzyıl ederdik
kaç isim
kaç yalnızlık ve ölüm
yaşamın her şeyine dahil değil miydik
kaç kez aynı anda ateştik
ah ateştik, ateşe tapanlara yol gösteren
yetişemezdi vakkanivüsler tarihimize
bize yalanlar
gençtik de ondan mı
ondan mı, bana bir sevişememe sonrası
sen öldün dediler, inan öyle dediler
bir yeniçeri kesti başını kastamonu kalesinde
bala batırılmış bir çuvalda taşındı kellen
kendi küllerinle yıkadın yüzünü
öyle dediler
sanki seninle fustani
sanki seninle hiç mi sevişmedik biz.

ihtiyarlar mevsimi, dokun yapraklara
ki avcı olabildiğince eskidir.
gözlerime bak, bedenimde taşıdığım izlere
uzun maceralarında dolaş ölümün
tövbe et
 değiştir hayatını
ki hayat, eskidir, yanında büyümüştür hüznün

sessizce bir kenarda kilitlerken kendimizi
kastamonu kalesinde, dar bir mağara ağzında
öptüm annemin rahmini
bana, ıslak bana değdi dudaklarım
tüm yazdıklarımı gömdüm
küllerim
kellem yoktu, yarım kalan düştüm
koparıp attım bedenimden
koparıp attım, sonsuzluk düşlerini
o iki tel saçını
acı ondan mı buncaydı
olsun dedin, olsun
gebe bir kürt gelininin kanı sıçradı üzerime
acı daha da acıtsın dedim
acı daha da
acı daha
acı

şairler fustani, tarihin kırılgan yalnızları
aragon'a bak, sınırda tütün saran kaçakçılara
mağaralara, yakılan mezralara
hep aldandığımız aşklara
bak fustani
ses henüz çınlarken bak
tövbe et, değiştir hayatını
ses çınlasın, tüm susanlara inat
dursun bu kan, dursun bu, dursun
ses çınlasın, bir dağ nasıl yıkılır başka türlü

düşler; resimlerin kırılgan tarihi
kastamonu kalesindeyim
kellemi kesen kesen bir yeniçerinin tarih öncesindeyim
küllerimi sunuyor karon
uzundur bensiz bir kenarda bekleyen küllerimi
oysa kimliksiz sayardım kendimi, arşivsiz
uzaklarda bir kürt gelininin ağıdı
boynumda niko'nun kırılan haçı
bir yerlerde hep bir mermi dolaşıyor, sahipsiz
senin yüzün mü
bu akan nehir, bu ağıt
kopuyor ellerim, bu ellerim
tövbe et, değiştir hayatını
biz değil miydik
hayatı çocuklar gibi seven


kalenin burçlarından dehlizlere giriyorum
hiç bir şey olmayanların
hiç bir şey beklemeyenlerin
susmuş, boyun eğmişlerin dünyasına
( mağmada yanmaya mı yoksa)

saat; yüreğimin sesini uydurdum sesine
gümüş işlemelerinde yol alıyorum
dehlizlerde, yaşamın öte yanında
en çirkin olan o büyücü kadın
nereye çıkar bu hayat diyor
ben diyorum, ben nereye çıkarım
ah yangın, küllerim tutuştu işte
bir müebbet gibi sayıyorum günlerimi
öyle
bir gün daha geçti bir
bir gün daha geçti, bir
belki de buradadır sırları yaşamın

yolculuk; uzaklardan gittikçe boşalan zembereğin sesi
eğer içine düştüğüm bu saat durmadan
varamazsam yüreğine
saat duracak. yolculuğun bitişi
gerçek olan her şeyin bitişi
ölüme yaklaşan ten nasıl ürperiyor
koşsam ileriye, yolculukların bittiği yere
öpebilir miydim dudaklarından
zemberek durdu duracak, tövbe et
değiştir hayatını
yolculuk bu olmalı
hiç birşey beklemeden
nehrin ortasında, saatin duracağı saati beklemek

kaç yüzyıl geçer
ben kaç yüzyıl daha dururum inatla senin yanında
gözlerim daha neler görür
hangi acıtan katliamları
en çok kimi özlerim

kim sevişebilir gözlerim gibi seni
ellerim gibi, parmak uçlarım gibi
ah, açılsın mağmanın ağzı.

çarklar durdu duracak
bir kahkaha duyuluyor çirkin, alaycı
kastamonu kalesindeyim, başucumda bir ağaç
simsiyah kadınlar çaputlar bağlıyor saçlarıma
saçlarımda kan, saçlarımda bahar
kastamonu kalesindeyim, bir yeniçeri
kellemi götürüyor açıkarttırmalara
ne masallar
ne gizem
ne biz
aşka inanmayanların yalan yağmurları

AŞKIN MAĞMA MIYDI YOKSA



DAĞLARINDAN BAŞLAR HAYAT


dağların en uzağında bulundum
bir gemi adını çağrıştıran o kadının
o kadının çeyiz sandığında
aklım, ki başka bir yolcu gibi
en uzun düşünde dolaşıyordu
senin eline değer gibi
seni öper gibi

kemerimde matara
en son fotografın
dağların en uzağında bulundum
dikkatlice baksalardı yüzüme
orda cinayetlerin hemen sonrası
parçalanmışlıkların ve paranoya
bir çeyiz sandığında iki büklüm bulundum
en sıcak soba gecelerinin
keyfi vardı bedenimde/ hayatın kendisi
sonradan öğrendim, elimi tutan elimi açamamışlar

içime çizdikleri çember belli ki kırılmıştı
belli ki şehirlerden uzaktım
dokunsalar ağlayabilirdim
bıraksalar mataramdan içebilirdim seni
dahası bir solukta anlatabilirdim
neden bütün insanlar mutsuz ve neden yalnız
hatta, bakabilseydiler o gemileri çağrıştıran
kadının çeyiz sandığına
konuşmadan durup ağlardık
akdeniz deniz olurdu böylece
böylece biz yeniden yakılan ateş
bu hayat eşkiyalardan kalmamış mıydı bize

uzak dağlarda bulundum
ah semender, ateş burcuna hüküm giydim
aklım, ki bıraksalar dağdan dağa
uzat dilini ey semender
yakalandım
kıvranıp duruyorum
en çok gitmelere benzeyen ben
kıvranıyorum
sonradan öğrendim
ellerimi dağlardan çözememişler.


LAYLON HAYATIM

diz çöktüm hayat varsaydığım bu yere
belimde bir saldırma
bir masal
uyudum uyandım
kimse öpmedi beni, ateşime sarıldım
delikanlılığıma
en uzun narama sarıldım, gecenin o
o bitirim kadınlarına
uyudum uyandım
unuttum bir şaire benzeyen hayatımı
diz çöktüm, diz çöktürdünüz bana
masallarımı bıraktım ardımda
oysa adam gibi adamdım ben
adam gibi adam

ki bilirdi bu şehir beni
pimi çekilmiş bomba gibi geçişimi
beline sarıldığım sana
sana bile anlatamadım
hayatın bu zorlama hüznünü

diz çöktüm, ayın soğuk yüzüne dayadım yüzümü
gideceğim her şehir yanıbaşımda
uzun masalları bitirdim
yelkenimde durdu en son rüzgar
en bıçkın naramı emanet ettim
eşrefpaşa'dan büyüyecek çocuklara

diz çöktyüm, bu boyalı hayatı bırakıyorum şimdi
belimde beş metre kuşak
ki onunla gömülürdü bana hayatı sevdirenler
evet hayat, bin kez ölünmezsen
bin kez sevilmezsen neye yararsın
ve sen, sana seviyorum dediğim hayat
bin kez özlenmezsen
her hangi bir çelik yırttığında etimi adın çıkmazsa ağzımdan
sana dair bu sözler ne işe yarar

uyudum uyandım
herkes bağışlasın beni
bu uydurma hayatımda acı verdiğim herkes.


1990- 1993 izmir


























 





1 yorum: