İLHAN TÜLMAN ŞİİRLERİ
İzleyiciler
6 Haziran 2012 Çarşamba
SÖZ GÜVERCİNLERİ
İLHAN TÜLMAN
birinci baskı...ekim 1989
cumhuriyet matbaası- hurafat dizgi izmir
AYRIM YAYINLARI
'tutunamayanları avlamak kolaydır. anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size. tutup öldürebilirsiniz onları'
oğuz atay
- 1 -
sırlar
ne zaman
bir bakıp
kuşlara
ve
gökyüzüne
kapatsam
gözlerimi
pembe bir gün
kaplıyor geceyi
*
SIRLAR
1
burası bir hücre çocuklar
yalnız
biraz
imtiyazlı
niye
diye
sormayın
ufacık bir sır bu
sonra söyleyeyim
2
çocuklar vardı burda
karşı
duvara işediler
birinin elinde
bir tabanca
arkadaşına ateş ediyordu
3
el sallardı küçük kız
penceresinden
pencereme
bilmezdi ki
her salladığında elini
aslında
tokatlardı beni
4
ufak bir çocukken
büyüyünce
bir şey olucam derdim
büyüdüm
bişeyden daha beter oldum
5
çok soru sordum
çok okudum
sana
seni sordum
ne bok olduğumuzu anladım
6
her akşam yatarken
fırçalarım dişlerimi
yıkarım ayaklarımı
sabah olur
kirlenirim ilk insanla
****
II. örneğin ayrılığa şiirler
saatler son vuruşlarını yapabilir
zangoçların istifaları kabul edilmiştir.
MESELA; ÖRNEĞİN
bak
yani
diyoru ki
mesela/örneğin
kanatlarımdan dökülse gökkuşağı
sabah olsa
yani
ağlar çekilse gözlerimin denizlerinden
şaraplar içilse dudaklarımdan
yani
kömür işçileri üç bin metre daha aşağılara inse ağzımda
güneşlense türküler
ay düşüp kırsa duvarları
bitse yalnızlık
yani
dökülse gökkuşağı üstümüze
diyorum ki
mesela/örneğin
devrim olsa
sen de olsan
saçlarıma binse rüzgarlar
yani
diyorum ki
mesela/örneğin
biz bir dağbaşı olabilsek
***
AYRILIĞA ŞİİRLER
1.
şimdiyim
yani
tek
yani
yıkık
hani
bildiğin gibi işte
yani
korkak
yani
sevgili
yani
tek fotoğraflar
yani
soluksuzluk
hani
öyle işte
yani
şimdiyim
ve nerdeyim
II.
bırakıp
gittiydin hani
yani
sen
ne bileyim
belki başkaları
belki hiç birimiz
sonra
sonraydım
sonraydım ya
hani
her zamanki gibi
yani
bildiğin gibi
yani kaçak
yani korkak
kaçak yani
hadi söyle
nerdeyim
III.
gözlerim ateşti
yani
biraz prometheus
yüzde on beş zeus
üçte bir de kartal
gündoğumlarında
yani
ciğerimden bir parça
ciğerimde soluk
yani önce
yani seninle
hani
dudak aralanmaları
yani
uzun öpüşün
soluk açlığı
devrilip durduk hani
hani bağırdı yataklar
yani
adamakıllı terledik
kekremsi bedenlerimizin
horonlarında
yani
işte öyle
bildiğin gibi yani
IV.
burası
şimdiyim
şimdiyim
ve burası
yani
cansızlıklarda fotoğraflar
her şey
dönüp durmakta
uydu misali
yani
kendimle kavgalı
yani
iyi oyuncu
yani
eh işte
iyilik sağlık
yani
sorgulanıyorum
işkencedeyim
yani
aynalar kırık
yüzüm mü
inan bilmiyorum
V.
şimdiyim
behrengi doğusunda
amadeus çalıyor
ne bana
ne sana
yani kimseye
unutmak
yazılı kalmış
mühürlenmiş
kıpkırmızı balmumuyla
mektuplarda
ve saklambaç içinde
şimdiyim
yani
behrengi
doğusunda
brahms çalıyor
VI.
ellerimi uzattım
duvarda erkekler
ve kadınlar
cinsellik gözleri
organlar içinde
sen çok
sen akıp geliyorsun
kokusu aynı
tavı ve ıslaklığı
yani bereket
hani
öyle işte
yutup gidivereceksin
yani
bitip eriyivereceğim
şimdiyim
yani
tek
yani
kaçak
yani kıskanç
ve de
çok korkak
işte öyle
yani
bildiğin gibi
VII.
sözler söylerdik
dilliydik
yani
kokulu karanfil
iyisi işte armudun
dalın doğuşu
batışı yaprağın
adlar koyduk
adlar konulduk
susulduk
yani deprem
yani sürgün
işte öyle
bilinmez
bir garip
bir savruntu
bir adım önünde
ardında bir adım
yani öyle işte
bıraktığın gibi
VIII.
dinlenecek kuytularda
sürekli tedirgin
acılı gecelerde
yaprak yeşili
vivaldi keman konçertosu
sanık
bir kurtçuk
ufacık
tefecik
öldürücü
yani
düşünce
yani
mantık
korku
öyle işte
kızıla doğan
parçalayacak kadar
güçlü
yani ben
yani
işte şimdi
IX.
doğu bir ülkedir
güneşi ilk gören
ve ilk yitiren
behrengi soluklu
peşmerge poşulu
bir çocuktur doğu
adım adım
dolaşmış odamı
adım adım
evreni
ellerim
azcık önce
memelerin
azcık önce
ıslaklığın
kasıklarım
deli poyraz
açılıp durmakta
istemsiz kaslarım
yani tek
yani
uzak fotoğraflar
yani
dudak aralanması
yani işte
öyle
hal ve gidişat sıfır
X.
hani
göz konaklamaları
yani
kelin şimşir tarağı
dökülüp duran saçların
hani nerde kokun
şimdi
üzüm zamanı
ardı
şarap ve rakı
ben
masalarda meze
yani
tek
yani
duble bardak
yani
fotoğraflar
ellerimin okşayışında
kırılması duvarların
yani
deli poyraz
işte öyle
düşler arasında düşşüzlük
sahi
bastonum nerde
XI.
eğer ki
sözümüzse
ağlamak
eğer ki
selsek
akıp
yıkacak
kırmızıysa
konuklamak
göğüs uçlarının
morluklarında
eğer ki
çürütüyorsa
başka dişler
düşsel bedenini
eğer ki
söylemişsek
sensiz yaşatılacaksa
sen
bozgun olsa da
düşlerimiz
dayanacağız
değil mi
yüreğim
eğer ki
varsan sen
dokunmadan da açarım ben
XII.
kıyı
kıyı
kıyıcıklar
koy
koy
koycuklar
yapraklar
somunlar
balıklar
işlemeli betikler
çatallar
bıçaklar
semah oldu
bu gece
ortalarında
ben
saz olup
çalıp
çalıp
çaldım
yani
güneştim bir ara
yani
ıslanıyordum güneşte
yani
duvardı bir yanım
diğer yanım deniz
yani
sen
yani
korku
yani
eskiydi fotoğraflar
XIII.
sevmek ki
uğrunda cellat
idamlık
ve soytarı
çarmıhlara gerilip
dikenli manyetolarda
yürekler taşımak
örneğin
mayın tarlasında karanfil
gülmek
ağlar gibi
fetva verip
vurmak boyunları
sevmek ki
denizkızı düşü
tekmelemek duvarları
hapsoluvermiş kalmak
beklemek ilk yağmuru
kavganın tam ortasında
böğründen bıçaklanıvermek
yani
seni sensiz yaşamak
yani
öyle işte
biraz kılıç kalkan ekipi
özlemek
XIV.
biter miydi
denizle gök birleşmeden
çaylar akıp
durulmadan bir azmakta
biter miydi
yıldızlar sönmeden
gökyüzü şovalyeleri
gelmeden
altından
üstünden
dudağından
şöyle uzun
öyle doyurgan
ateş gibi yakıp
dizlerim titremeden
bir kerecik daha
öpmeden
biter miydi
biter miydi
be hey
yani
delice düşünür müydüm
kiminle
nerede
XV.
geceyarısı
yani
güneş özlemi
ıslanmak
çamurdan gemilerde
mendil olmak
geçen sevgililere
behrengi doğusunda
güneş batıyor
birazdan gece
yani
etimin
diş
diş
parçalanması
gel baküs gel
bu gece
geçmez sensiz
***
SOLDUK YEŞİL OLDULAR
sancısı tutmuş gebe kadınlar baksın gözlerime
doğuruncaya dek tutsunlar ellerimi, ki o çocuklar
umudumuzdur, karanfilimizdir
elmayı dişliyoruz kararlı bir kurtla gözgöze
gelinceye dek, gece gibi, ölüm gibi dolaşıyoruz
aralarınızda, yıkılacak ve eriyecek gibi duruyoruz
ve her an bir deve dikeni gibi batıyoruz kendimize
gebe kadınlar baksın gözlerime
ki o çocuklar yarınımızdır
sözcükler ideaları doğuruyor. ve o sözcükler, böylece
cellatlarını da yaratıyorlar. bir savruntuda, rüzgar adını yazıyor şehire, şehir varoluşlarına hapsedilmiş
yüreklerimize gizleniyor, adını eylül koyuyorlar
ve coşkulu kutlayışlara tanık oluyoruz
dışarda yağmur yağıyor, ben gözlerinizi topluyorum
darağaçlarından, içimdeki depremin rengi
mavi, önce kızıllaşmıştı, sonra soldu ve yeşil oldu. radikalizm tanrılaşmaya başladı homoseksüel söylemlerde
çocuklar hard rock doğdu
artık gözlerimizden kaçırıyorlar gözlerini
soluyoruz ama yeşil olmuyoruz.
ENTELLEME
balyozlar döktürüp
proleter savaşçılara
balyozlarla sürüp
getireceğiz güneşi adamıza
balyozla türküler
alkışlar
direnişler getireceğiz
biz de katılacağız bir gün
balyozlular safına
ama ne gün
ama ne gün
ABSURD
duvar beyaz bir kale
asılı durur türküler
tanımsız çığlıklarında
yıldızların koynunda sevgili
güneşleri aldatır
beş kurşun asker vurdum
beş general doğdu
kelle getirdi osmanlı
çavdar eken köylülerden
her şey
resmini
ve
ismini bekliyor
artık elisa testi yaptırıyoruz
ve sprey kullanmıyoruz
beyaz bir kale varken
yabancılaştım kendime
mutlu bir paranoyakım artık ben
korkarım onuncu kattan sonra
kedi çıktı dama
kuş uçtu durdurma
ozan bu
konuşmasa da aldırma
KIZLI KARANFİL
yürüyordu kız
kırmızıydı karanfil
gülüyordu kız
sevdaydı karanfil
düşünüyordu kız
aydınlıktı karanfil
sevişiyordu kız
kokuluydu karanfil
ağlıyordu kız
yağmurluydu karanfil
özlüyordu kız
zincirliydi karanfil
koşuyordu kız
yarındı karanfili
hangisisiniz siz
korkusuz
duvarsız
sınırsız
****
KENT SEVGİLİLER
bir gün uyanacaksın
bakacaksın ki; çiçek yağmış
koklayacaksın
ve anacaksın beni
bir gün özleyeceksin
bekleyeceksin ki kahrolup
ağlayaksın
ve küfredeceksin yalnızlığa
kim dedi sana, kim
göçebeleri sev, diye
***
RESMİMİZ SONBAHAR
dostum
gül kokuyor hasret
ve biz;
kız kokuyoruz
hamam sonralarında
dostum
hangi günleri anlatsam
senden izler taşıyor
sanki yeni ayrıyız
ölümlerden uzak
şehirlerin batağındayım
ve kuytular hala korkutuyor beni
sanki hala türkülerle devriliyoruz
bir aydınlanıyor
bir sisleniyor zaman
cop sesleri karışıyor geceye
susuyor türküler
batık zamanların türküsünü arıyorum
ellerimin karanfil açlığı
düşüncemin muştu sloganlarını arıyorum
oysa;
küfürlerin arasındayım
bantlamışlar gözlerimi
birden;
tokatlar patlıyor kulağımda
bizi ansıyorum
-kitli kollarımızla direnirken -
tekmem havada kalıyor
sonra kollarımdan yakalınıyorum
yerden kesiliyor gövdem
pencerenin açılışını duyuyorum
tehditler çınlıyor gece dolarken içeri
yüreğim ve beynim parçalıyor bedenimi
bırakılıyorum
ve kahkahalara tanık oluyorum
ey çığlığım
ne kadar yabancıymışsın bana
dostum gül kokuyor hasret
ve biz
kız kokuyoruz
hamam sonralarında
zaman nasıl eskiyor duvarlarda
nasıl özledik usul sevişmeleri
ve sloganlarımızı
kaç yaşanmamış zaman daha geçecek
dostum kırmızı gül kokuyor hasret
seni görmeyeli yığınca sevgili eskidi
kısacık konukluklar yaşandı
ve unutuldu direnişin karanfil yüreği
ey hasret
hangi kıyıcı hasatlarda büyüdün
kız yanakları açıyor avuçlarımda
avuçlarım yabancılaşıyor bana
yıllar saldırıyor
kirleniyor sular
ve
karanlık bir eşkiya gibi esir alıyor bizi
söyle, seninle beraber
kaç çocuk ağlıyor yalnızlıkta
kaç ana gebelik sancısı gibi taşıyor idamları
ve gece hücrelerde nasıl örtüyor yüzünüzü
duvarlar çetelelerle doluyor
su kokuşuyor ayak altında
kan dökülüyor geceden
ve biz direniyoruz hala
sanki
bitmesini bekler gibi tüm tütünlerin
ve sarhoş olmasını şarapların
hain bir bıçak gibi büyürken gece
tek tek yıkılıyor çarmıhlar
ey tarih
hangi zorbanın metresisin sen
güneş hüzünlenirken ikindi vakti
yıldırımlar düşüyor masama
ve ölüyor tanrılar
geceyi kundaklamaya başlıyor bir ana
kundak menekşe kokuyor
can kokuyor
ve birileri gerili duruyor çarmıhta
ey çarmıh
beni gözlerine yaz ve sakın unutma
kuşkusuz bakamıyoruz çünkü gözgöze
yani
çirkin bir bulut yarası
kundaklıyor tarihi
ve bir şeyler hızla eskiyor
fotoğrafçılar sokaklardan çekiliyor
biliyorum ki
en son resmin sonbahardı
bir fırtınaydı
yürüdüğümüz zamanlar
durmadan çoğalırdık
ana kasığı gibi bereketliydik
silkinip uyanıyordu
yedi baçlı güvercin
yakındı düğünümüz
aylar vurup
güneşler doğuruyorduk
hasrettik
düzdeydi sevdamız
sakallarımız uzundu
ve kirliydi tırnak aralarımız
neredeyse
yüklenip devirecektik dağları
birden
çirkin bir bulut yarası
kundakladı tarihi
ey tarih
hangi hain cellatsın sen
dostum
saatler tutup kırıyor boynumu
ve ben küfrediyorum
kimbilir ne zaman olur
gözgöze tartışmalarımız
kan sızıyor aynalardan
içime dönüyorum
tek tek toplayıp geçmişin izlerini
arşivliyorum kendimi
bazen
düşünmek yetmeyince yani
ağlıyorum
hala kanıyor gece
ve sinsi bir eşkiya gibi
dağ koyaklarında boğazlıyor güneşi
kan sızıyor dağlardan
damlayarak dolduruyor kadehlerimizi
ve biz içiyoruz kahkahalarla
kırmızı gül kokuyor kanımız
ve biz bayılıyoruz kendimize
sonra geçmişimize
duvarlar nasıl doluysa çetelelerle
say ki yüzüm de öyle
açıp eski fotoğrafları
kendimize bakıyorum
sen hiç gülmezdin, hala mı aynı
ben omuzuna atmışım elimi ali'nin
yusuf senin parkana asılmış
ahmet'in dudaklarında zorunlu bir gülücük asılı
serhat'ın kucağında bir çocuk
sahi, kimdi o çocuk
şimdi hiç mi hiç hatırlamıyorum
hepimiz parkalıyız
mükerrem'in elinde naylon torba
içindekiler seçilmiyor
ortak olan tek şey
galiba bakışlarımız
yarın, sanki burnumuzun dibindeymiş gibi bakıyoruz makinaya
sonra
zaman dönüp kırıyor boynumu
gece ölüme koşut büyüyor
bir yerlerde
birbirini boğazlıyor ilişkiler
aşklar bitip yalnızlıklar
yalnızlıklar bitip aşklar başlıyor
say ki
adsızdı insanlar
yani önemsizdi
durmadan
ama hiç durmadan
eskitilmeliydi insanlar
tüketilmeli
tüketilmeliydi her şey
say ki
açtı kurtlar
dalıyordu sürüye
nasılsa çobansızdı sürü
susmuştu yıldızlar
ve dökülmüştü güneş geceye
yaprak yoktu
yani üşüyordu ağaçlar
ve dahası
utanmıyorlardı
sarhoş bir ağızla
ırzına geçerken türkülerin
birisi bir diğerine
karanlık efsanelerden söz ediyor
bir diğeri elleriyle araştırıyor bir kadının apışarasında
kaybolmuş kimliğini
susmuş dağları anlatıyorlar
kahramancılık oynuyor hepsi
birden patlıyorum ortalarında
parçalanıyorum binlerce
ve ölüyor tanrılar
susamış bir yaz gibi içiyorum havayı
masama yıldırımlar düşüyor
terkediyorum kendimi arşivlemeyi
ey yarın
ne güzel bir sevdasın sen
dediğim gibi, yalnızca şimdilik
şimdilik resmimiz sonbahar.
***
GÖZ GÜVERCİNİ SÖYLEMLERİ
uyuşturan bir masalın kanlarında yıkanan çocuklardık
söze gücümüzün yetmediği yerlerde gözgüvercinleriyle anlaşırdık
satırlarının altına kendimi çizdiğim bir kitabı açıyorum
haykırıyorum, bir kız ürküp havalanıyor çığlığımdan
sihirli bir değnek olup
sızıyorum bir masalın uyuşturan karanlığına
bu çıkışsız şehrin eskicilerini topluyorum
kapıma sıkıştırılmış notları atmıyorum
çiçekler dikiyorum kız kulaklarına
sevda öpüyorum dudaklarından, eriyorum
çağdaş bir öykücünün yalnızlığına sıkıştırıldım
benim adıma yazdıklarını
ateşlenen etimle kurşunladım
patlayan silahlardan kızlar ürküp havalandı
hoyrat, engin ayaklarla yürürken avlusunda
burcunun dibinde de gül yetiştirdik mapusanenin
yorgun bir gözgüvercini anlaşmasıyla seviştik
ve tüm söylenceler yok olurken
sızdım bir masalın aydınlanacak karanlığına
elim belimde şimdi
birazdan
bir çelik
olanca rengiyle parlar gecede
sürekli tedirgin
acılı gecelerde
yaprak yeşili
vivaldi keman konçertosu
sanık
bir kurtçuk
ufacık
tefecik
öldürücü
yani
düşünce
yani
mantık
korku
öyle işte
kızıla doğan
parçalayacak kadar
güçlü
yani ben
yani
işte şimdi
IX.
doğu bir ülkedir
güneşi ilk gören
ve ilk yitiren
behrengi soluklu
peşmerge poşulu
bir çocuktur doğu
adım adım
dolaşmış odamı
adım adım
evreni
ellerim
azcık önce
memelerin
azcık önce
ıslaklığın
kasıklarım
deli poyraz
açılıp durmakta
istemsiz kaslarım
yani tek
yani
uzak fotoğraflar
yani
dudak aralanması
yani işte
öyle
hal ve gidişat sıfır
X.
hani
göz konaklamaları
yani
kelin şimşir tarağı
dökülüp duran saçların
hani nerde kokun
şimdi
üzüm zamanı
ardı
şarap ve rakı
ben
masalarda meze
yani
tek
yani
duble bardak
yani
fotoğraflar
ellerimin okşayışında
kırılması duvarların
yani
deli poyraz
işte öyle
düşler arasında düşşüzlük
sahi
bastonum nerde
XI.
eğer ki
sözümüzse
ağlamak
eğer ki
selsek
akıp
yıkacak
kırmızıysa
konuklamak
göğüs uçlarının
morluklarında
eğer ki
çürütüyorsa
başka dişler
düşsel bedenini
eğer ki
söylemişsek
sensiz yaşatılacaksa
sen
bozgun olsa da
düşlerimiz
dayanacağız
değil mi
yüreğim
eğer ki
varsan sen
dokunmadan da açarım ben
XII.
kıyı
kıyı
kıyıcıklar
koy
koy
koycuklar
yapraklar
somunlar
balıklar
işlemeli betikler
çatallar
bıçaklar
semah oldu
bu gece
ortalarında
ben
saz olup
çalıp
çalıp
çaldım
yani
güneştim bir ara
yani
ıslanıyordum güneşte
yani
duvardı bir yanım
diğer yanım deniz
yani
sen
yani
korku
yani
eskiydi fotoğraflar
XIII.
sevmek ki
uğrunda cellat
idamlık
ve soytarı
çarmıhlara gerilip
dikenli manyetolarda
yürekler taşımak
örneğin
mayın tarlasında karanfil
gülmek
ağlar gibi
fetva verip
vurmak boyunları
sevmek ki
denizkızı düşü
tekmelemek duvarları
hapsoluvermiş kalmak
beklemek ilk yağmuru
kavganın tam ortasında
böğründen bıçaklanıvermek
yani
seni sensiz yaşamak
yani
öyle işte
biraz kılıç kalkan ekipi
özlemek
XIV.
biter miydi
denizle gök birleşmeden
çaylar akıp
durulmadan bir azmakta
biter miydi
yıldızlar sönmeden
gökyüzü şovalyeleri
gelmeden
altından
üstünden
dudağından
şöyle uzun
öyle doyurgan
ateş gibi yakıp
dizlerim titremeden
bir kerecik daha
öpmeden
biter miydi
biter miydi
be hey
yani
delice düşünür müydüm
kiminle
nerede
XV.
geceyarısı
yani
güneş özlemi
ıslanmak
çamurdan gemilerde
mendil olmak
geçen sevgililere
behrengi doğusunda
güneş batıyor
birazdan gece
yani
etimin
diş
diş
parçalanması
gel baküs gel
bu gece
geçmez sensiz
***
SOLDUK YEŞİL OLDULAR
sancısı tutmuş gebe kadınlar baksın gözlerime
doğuruncaya dek tutsunlar ellerimi, ki o çocuklar
umudumuzdur, karanfilimizdir
elmayı dişliyoruz kararlı bir kurtla gözgöze
gelinceye dek, gece gibi, ölüm gibi dolaşıyoruz
aralarınızda, yıkılacak ve eriyecek gibi duruyoruz
ve her an bir deve dikeni gibi batıyoruz kendimize
gebe kadınlar baksın gözlerime
ki o çocuklar yarınımızdır
sözcükler ideaları doğuruyor. ve o sözcükler, böylece
cellatlarını da yaratıyorlar. bir savruntuda, rüzgar adını yazıyor şehire, şehir varoluşlarına hapsedilmiş
yüreklerimize gizleniyor, adını eylül koyuyorlar
ve coşkulu kutlayışlara tanık oluyoruz
dışarda yağmur yağıyor, ben gözlerinizi topluyorum
darağaçlarından, içimdeki depremin rengi
mavi, önce kızıllaşmıştı, sonra soldu ve yeşil oldu. radikalizm tanrılaşmaya başladı homoseksüel söylemlerde
çocuklar hard rock doğdu
artık gözlerimizden kaçırıyorlar gözlerini
soluyoruz ama yeşil olmuyoruz.
ENTELLEME
balyozlar döktürüp
proleter savaşçılara
balyozlarla sürüp
getireceğiz güneşi adamıza
balyozla türküler
alkışlar
direnişler getireceğiz
biz de katılacağız bir gün
balyozlular safına
ama ne gün
ama ne gün
ABSURD
duvar beyaz bir kale
asılı durur türküler
tanımsız çığlıklarında
yıldızların koynunda sevgili
güneşleri aldatır
beş kurşun asker vurdum
beş general doğdu
kelle getirdi osmanlı
çavdar eken köylülerden
her şey
resmini
ve
ismini bekliyor
artık elisa testi yaptırıyoruz
ve sprey kullanmıyoruz
beyaz bir kale varken
yabancılaştım kendime
mutlu bir paranoyakım artık ben
korkarım onuncu kattan sonra
kedi çıktı dama
kuş uçtu durdurma
ozan bu
konuşmasa da aldırma
KIZLI KARANFİL
yürüyordu kız
kırmızıydı karanfil
gülüyordu kız
sevdaydı karanfil
düşünüyordu kız
aydınlıktı karanfil
sevişiyordu kız
kokuluydu karanfil
ağlıyordu kız
yağmurluydu karanfil
özlüyordu kız
zincirliydi karanfil
koşuyordu kız
yarındı karanfili
hangisisiniz siz
korkusuz
duvarsız
sınırsız
****
KENT SEVGİLİLER
bir gün uyanacaksın
bakacaksın ki; çiçek yağmış
koklayacaksın
ve anacaksın beni
bir gün özleyeceksin
bekleyeceksin ki kahrolup
ağlayaksın
ve küfredeceksin yalnızlığa
kim dedi sana, kim
göçebeleri sev, diye
***
RESMİMİZ SONBAHAR
dostum
gül kokuyor hasret
ve biz;
kız kokuyoruz
hamam sonralarında
dostum
hangi günleri anlatsam
senden izler taşıyor
sanki yeni ayrıyız
ölümlerden uzak
şehirlerin batağındayım
ve kuytular hala korkutuyor beni
sanki hala türkülerle devriliyoruz
bir aydınlanıyor
bir sisleniyor zaman
cop sesleri karışıyor geceye
susuyor türküler
batık zamanların türküsünü arıyorum
ellerimin karanfil açlığı
düşüncemin muştu sloganlarını arıyorum
oysa;
küfürlerin arasındayım
bantlamışlar gözlerimi
birden;
tokatlar patlıyor kulağımda
bizi ansıyorum
-kitli kollarımızla direnirken -
tekmem havada kalıyor
sonra kollarımdan yakalınıyorum
yerden kesiliyor gövdem
pencerenin açılışını duyuyorum
tehditler çınlıyor gece dolarken içeri
yüreğim ve beynim parçalıyor bedenimi
bırakılıyorum
ve kahkahalara tanık oluyorum
ey çığlığım
ne kadar yabancıymışsın bana
dostum gül kokuyor hasret
ve biz
kız kokuyoruz
hamam sonralarında
zaman nasıl eskiyor duvarlarda
nasıl özledik usul sevişmeleri
ve sloganlarımızı
kaç yaşanmamış zaman daha geçecek
dostum kırmızı gül kokuyor hasret
seni görmeyeli yığınca sevgili eskidi
kısacık konukluklar yaşandı
ve unutuldu direnişin karanfil yüreği
ey hasret
hangi kıyıcı hasatlarda büyüdün
kız yanakları açıyor avuçlarımda
avuçlarım yabancılaşıyor bana
yıllar saldırıyor
kirleniyor sular
ve
karanlık bir eşkiya gibi esir alıyor bizi
söyle, seninle beraber
kaç çocuk ağlıyor yalnızlıkta
kaç ana gebelik sancısı gibi taşıyor idamları
ve gece hücrelerde nasıl örtüyor yüzünüzü
duvarlar çetelelerle doluyor
su kokuşuyor ayak altında
kan dökülüyor geceden
ve biz direniyoruz hala
sanki
bitmesini bekler gibi tüm tütünlerin
ve sarhoş olmasını şarapların
hain bir bıçak gibi büyürken gece
tek tek yıkılıyor çarmıhlar
ey tarih
hangi zorbanın metresisin sen
güneş hüzünlenirken ikindi vakti
yıldırımlar düşüyor masama
ve ölüyor tanrılar
geceyi kundaklamaya başlıyor bir ana
kundak menekşe kokuyor
can kokuyor
ve birileri gerili duruyor çarmıhta
ey çarmıh
beni gözlerine yaz ve sakın unutma
kuşkusuz bakamıyoruz çünkü gözgöze
yani
çirkin bir bulut yarası
kundaklıyor tarihi
ve bir şeyler hızla eskiyor
fotoğrafçılar sokaklardan çekiliyor
biliyorum ki
en son resmin sonbahardı
bir fırtınaydı
yürüdüğümüz zamanlar
durmadan çoğalırdık
ana kasığı gibi bereketliydik
silkinip uyanıyordu
yedi baçlı güvercin
yakındı düğünümüz
aylar vurup
güneşler doğuruyorduk
hasrettik
düzdeydi sevdamız
sakallarımız uzundu
ve kirliydi tırnak aralarımız
neredeyse
yüklenip devirecektik dağları
birden
çirkin bir bulut yarası
kundakladı tarihi
ey tarih
hangi hain cellatsın sen
dostum
saatler tutup kırıyor boynumu
ve ben küfrediyorum
kimbilir ne zaman olur
gözgöze tartışmalarımız
kan sızıyor aynalardan
içime dönüyorum
tek tek toplayıp geçmişin izlerini
arşivliyorum kendimi
bazen
düşünmek yetmeyince yani
ağlıyorum
hala kanıyor gece
ve sinsi bir eşkiya gibi
dağ koyaklarında boğazlıyor güneşi
kan sızıyor dağlardan
damlayarak dolduruyor kadehlerimizi
ve biz içiyoruz kahkahalarla
kırmızı gül kokuyor kanımız
ve biz bayılıyoruz kendimize
sonra geçmişimize
duvarlar nasıl doluysa çetelelerle
say ki yüzüm de öyle
açıp eski fotoğrafları
kendimize bakıyorum
sen hiç gülmezdin, hala mı aynı
ben omuzuna atmışım elimi ali'nin
yusuf senin parkana asılmış
ahmet'in dudaklarında zorunlu bir gülücük asılı
serhat'ın kucağında bir çocuk
sahi, kimdi o çocuk
şimdi hiç mi hiç hatırlamıyorum
hepimiz parkalıyız
mükerrem'in elinde naylon torba
içindekiler seçilmiyor
ortak olan tek şey
galiba bakışlarımız
yarın, sanki burnumuzun dibindeymiş gibi bakıyoruz makinaya
sonra
zaman dönüp kırıyor boynumu
gece ölüme koşut büyüyor
bir yerlerde
birbirini boğazlıyor ilişkiler
aşklar bitip yalnızlıklar
yalnızlıklar bitip aşklar başlıyor
say ki
adsızdı insanlar
yani önemsizdi
durmadan
ama hiç durmadan
eskitilmeliydi insanlar
tüketilmeli
tüketilmeliydi her şey
say ki
açtı kurtlar
dalıyordu sürüye
nasılsa çobansızdı sürü
susmuştu yıldızlar
ve dökülmüştü güneş geceye
yaprak yoktu
yani üşüyordu ağaçlar
ve dahası
utanmıyorlardı
sarhoş bir ağızla
ırzına geçerken türkülerin
birisi bir diğerine
karanlık efsanelerden söz ediyor
bir diğeri elleriyle araştırıyor bir kadının apışarasında
kaybolmuş kimliğini
susmuş dağları anlatıyorlar
kahramancılık oynuyor hepsi
birden patlıyorum ortalarında
parçalanıyorum binlerce
ve ölüyor tanrılar
susamış bir yaz gibi içiyorum havayı
masama yıldırımlar düşüyor
terkediyorum kendimi arşivlemeyi
ey yarın
ne güzel bir sevdasın sen
dediğim gibi, yalnızca şimdilik
şimdilik resmimiz sonbahar.
***
GÖZ GÜVERCİNİ SÖYLEMLERİ
uyuşturan bir masalın kanlarında yıkanan çocuklardık
söze gücümüzün yetmediği yerlerde gözgüvercinleriyle anlaşırdık
satırlarının altına kendimi çizdiğim bir kitabı açıyorum
haykırıyorum, bir kız ürküp havalanıyor çığlığımdan
sihirli bir değnek olup
sızıyorum bir masalın uyuşturan karanlığına
bu çıkışsız şehrin eskicilerini topluyorum
kapıma sıkıştırılmış notları atmıyorum
çiçekler dikiyorum kız kulaklarına
sevda öpüyorum dudaklarından, eriyorum
çağdaş bir öykücünün yalnızlığına sıkıştırıldım
benim adıma yazdıklarını
ateşlenen etimle kurşunladım
patlayan silahlardan kızlar ürküp havalandı
hoyrat, engin ayaklarla yürürken avlusunda
burcunun dibinde de gül yetiştirdik mapusanenin
yorgun bir gözgüvercini anlaşmasıyla seviştik
ve tüm söylenceler yok olurken
sızdım bir masalın aydınlanacak karanlığına
elim belimde şimdi
birazdan
bir çelik
olanca rengiyle parlar gecede
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)